TED - TEDx - TEDxIhlasCollege


"Paylaşmaya değer fikirler" sloganıyla internet ortamında paylaşımda bulunan bu inanılmaz organizasyonla ilk tanışmam sitenin android telefonlar için üretmiş olduğu yazılımı markette bulduktan sonra oldu. Bilimin her dalında, konusunda uzman kişilerin konuşmalarını dinlemek bir hayli hoşuma gitmişti. Neredeyse her gün en az bir video izliyordum. Bazı videolar için ise türkçe altyazıların olmaması sıkıntılı bir durumdu. Açılımı, "Technology, Entertainment, Design" yani "Teknoloji, Eğlence ve Tasarım" manasına gelen bu siteye bir kez de telefondan değil de bilgisayardan bağlanmayı denedim. Burada da aynı videoları ve hatta daha fazlasını bulmak mümkündü. Hemen üye oldum. Sonra, "Becoming A Translater" butonunu gördüm. Bu müthiş organizasyonun bir parçası olabilme fikri gerçekten gurur vericiydi. Hemen gerekli ayarlamaları yaptım ve İngilizce videolar için türkçe altyazılar hazırlamaya başladım, bu görevimi halen devam ettiriyorum.

Artık siteyi daha fazla araştırmaya başlamıştım. Keşke böyle organizasyonlar bizde de olsa diye düşünüyordum ki TED'in kendi benzeri etkinliklerin diğer ülkelerde de yapılabilmesi için oluşturduğu TEDx ile karşılaştım. TEDx bağımsız TED organizasyonları anlamına gelmekteydi. Söz konusu seminerler TED markası ile anılmakta, "x" ise seminerin bağımsız olduğunu simgelemekteydi. Bu bağımsız seminerler dünyanın her bölgesinde belli kurallar çerçevesinde bireyler ve gruplarca organize edilmektedir. İnternette biraz araştırdıktan sonra ülkemizde de yapılan TEDx organizasyonlarına ulaştım. TEDxIhlasCollege'in yakın tarihte bir organizasyon hazırladığını gördüğümde gerçekten mutlu oldum. Konuşmacılar da gerçekten özenle seçilmişti.

 Hemen kaydımı yaptırmak istedim fakat kontenjanların dolduğunu görünce hayal kırıklığına uğradım. Bir kaç gün sonra açılan ek kontenjanlar sayesinde seminere katılmaya hak kazandım. Konuşmacılar arasında Emine Erdoğan'la Egemen Bağış'tan  İllüzyonist Kıvanç ve Burak'a, Karikatürist Salih Memecan' la Komedyen Ercan Akışık' tan, milli voleybolcu Neslihan Demir'e, Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan' dan, Türk aynştaynı olarak bilinen Oktay Sinanoğlu' na kadar bir çok önemli isim vardı. Hepsi bir yana da Oktay Sinanoğlu'nu gerçekten merak ediyordum. Okuduğum ve çok beğendiğim kitapları da vardı beni kendisine hayran bırakan fakat merakımın asıl sebebi bu değildi. Dünyada bir insan bu kadar başarılı olup nasıl olur da kendi ülkesinde bilinmez diye iç geçirdiğim olmuştu önceleri. Seminer günü, biraz bunun cevabını alabilme umudu biraz da kendisini görme heyecanıyla seminerin düzenleneceği otele doğru yola çıktım.
Yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra otele vardım. Öncelikle standlardan daha önce mail yoluyla oluşturduğumuz, salona girmemizi sağlayacak yaka kartlarını almamız gerekiyodu. Yaka kartımı aldıktan sonra insanların arasına karıştım. Çok kalabalıktı, ilgi haliyle çok yüksekti. İnsanlar arsında yaşlı teyzeler bile görebiliyordum. Toplumun bir çok tabakasından insanı görmek mümkündü. Neyse ufak bir çay-kahve faslından sonra nihayet seminerin olacağı salona girdik. Kendime hemen uygun bir yer bulmaya çalıştım. Sahneyi tam karşıdan gören ön sıralarda boş bir yer buldum ve hemen geçip oturdumak istedim fakat koltuğun üzerinde bez bir çanta görünce dolu olduğunu sandım. Sonra diğer koltuklara baktım ki hepsi aynı. Geçip oturdum hemen. Çantanın içinde TED, TEDx ve seminerde sunum yapacak konuşmacılar hakkında bilgiler veren dergiler, ayrıca konuşmalar hakkında not tutmak isteyenler için özenle hazırlanmış bir defter de bulunuyordu.  Defterin içinde, kendi hayalinizi yazmanız için yırtarak kolayca ayırabileceğiniz bir bölüm de vardı. Ayırdığınız bu bölümü daha sonra salonun dışındaki panoya asarak hayalinizi diğerleriyle paylaşabiliyordunuz. Her şey gerçekten çok özene hazırlanmıştı.

 Artık her şey tamamdı, herkes yerini almıştı ve nihayet ilk sunum Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ile başladı. Seminer, her bölümde 6 sunumun olduğu 4 bölümden oluşuyordu. İlk bölümde özellikle Özgür Bolat'ın konuşmasını çok beğenmiştim. Ayrıca yetenek sizsiniz yarışmasıyla kendini Türkiye'ye tanıtan Veysel Çelikdemir'in kum gösterisini canlı izlemek de ayrı bir keyif vermişti. İlk bölümün sonunda yarım saatlik bir kahve molası vardı. Bu molalarda insanlar bir yandan kahvelerini - çaylarını yudumlarken diğer taraftan yeni insanlarla tanışıyor (Bu bloğu açmama sebep olan insanla da burada tanıştım diyebilirim.), bazıları da büyük ekranlarda katılımcıların seminerle ilgili attıkları tweetleri okuyordu. Bu iş için bile salonda ücretsiz ağ bağlantısı düşünülmüştü. Ayrıca katılımcıların eğitim temalı rüyalarını paylaşabilmeleri için sonradan Youtube' dan izleyebileceğiniz 18 saniyelik bir kamera kaydı bile düşünülmüştü.
İkinci bölüm Tuluyhan Uğurlu'nun kelimelerle ifade edemeyeceğim muhteşemlikteki piyano resitaliyle başladı. Bu gösteri daha sonra elimin telefonuma gitmesine ve şu twiti atmama sebep olacaktı. "gelmeyenler oturup ağlasın..." Sonrasında komedyen Ercan Akışık'ın performansı görülmeye değerdi. Daha sonra ise iki ingiliz eğitim gönüllüsü  Rick Sears ve Nick Gough, TUK-TUK' la dünyayı dolaştıkları eğitim seferberliğini anlattılar. TUK-TUK nedir mi? izin verirseniz her şeyi de ben anlatmayayım.
Haliyle dostlarımız Türkçe bilmiyorlardı. Sunumları İngilizce olacaktı fakat İngilizce bilmeyenler ya da duyduğunu anlamayanlar ne yapacaktı. Tabi her şey gibi bu da düşünülmüştü. Sunum sırasında anlık çevirilerin yapıldığı kulaklıklar önceden katılımcılardan isteyenlere dağıtılmıştı. Bir ara herkesin kulağında bu anlık çevirilerin dinlendiği kulaklıkları görünce kendimi bir an Birleşmiş Milletler Barış Konferansında hissetmedim değil. İkinci bölüm sonunda yemek arası vardı, otelin yemek salonunda hafif bir piyano müziği eşliğinde yemeklerimizi yedikten sonra üçüncü bölüm için salonda yerlerimizi almıştık.

Üçüncü bölümde Salih Memecan' dan nasıl karikatür çizebileceğimi bir nevi olsun öğrendim diyebilirim, özellikle de başbakanı çizmeyi. Prof.Dr.Erhan Erkut ve Alemşah Öztürk ise içimdeki girişimciyi dürtmeyi başardı. Konuşmalar arasına serpiştirilen müzik ziyafeti bu bölümde Mustafa Kencesoy' la devam etti. Kencesoy, Türkçe altyazılarını bir öğrencisinin hazırladığı ufak bir klip eşliğinde Hansel ve Gretel ile Kırmızı Başlıklı Kız'ın hikayelerini anlattığı şarkılarıyla kulağımı sağır etmeyi başardı. Aslında şarkıları çok iyiydi ve bu şarkılar da en güzel böyle söylenirdi bence, bir an kendimi kaybedip şarkı sözlerini söylerken, ritm tuttuğumu da fark ettim ama kulaklarım da sağır olmadı değil hani.

Son bölümde Lokman Ayva'nın esprili sunumunda, imkansızlığın oluşturduğu imkanları KÖK teorisiyle beraber görmeyen bir adamın ağzından dinlemek bu bölümde çıtanın biraz daha yükseldiğini hissettirmişti. KÖK teorisi nedir mi? dedim ya "gelmeyenler oturup ağlasın..." Bu arada Oktay Sinanoğlu'nun da  4. bölüm öncesinde salona girdiğini fark ettim. Beklediğimden çok daha uzundu. Kollarından destekleyen iki kişinin yardımıyla yürüyordu. Artık sırasının gelmesini sabırsızlıkla bekliyordum.
Bu bölümde diğer bölümlerdeki müzikal sunumun yerini yine yetenek sizsiniz adlı televizyon programından tanıdığımız Kıvanç ve Burak'ın illüzyon gösterisi almıştı. Adamlar gözümün önünde masayı uçurduktan sonra Mayıs'ın ortasında İstanbul'da kar yağdırarak sahneden ayrıldılar.


Milli voleybolcumuz Neslihan Demir'in Eskişehir'den İstanbul'a 2 arkadaşıyla beraber transfer olurken 2 alana 1 bedava yoluyla (bedava olan Neslihan) transfer olduğunu duyduğumda şaşırmadım desem yalan olurdu. Diğer iki arkadaşı voleybolu bırakırken kendisi henüz 16 yaşında milli takım formasını sırtına geçirmiş. Ne diyim, şans eseri de olsa bir yeteneği parlatmayı başarabilmiş o dönemki yöneticilerimiz. Afferim onlara... He bi de Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu'na yeteneksiz diye almamışlar.

Diğer konuşmacılar da sunumlarını tamamladıktan sonra sıra en son konuşmacıya, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu' na gelmişti. Yavaşça oturduğu yerden kalkarken salonda alkış sesleri yükselmeye başladı. Seyirciler alkışa erken başladıklarını fark etmiş olmalılar ki, Oktay Hoca'nın yavaş hareketlerle sahneye çıkmasını bekleyemeden alkışı kestiler. Sahneye çıktığında salonda tekrar alkış sesleri yankılanmaya başladı.Yaşayan en büyük Türk bilim adamı olan Oktay Sinanoğlu'nun başarılarla dolu hayatını bu kadar mütevazi konuşmasıyla anlatması gerçekten takdire şayandı.

Şöyle diyordu "Ne yaptıysam nasıl oldu biliyor musunuz, ben demediğim için oldu. Ben, ben diyenden hiç bir şey olmaz arkadaşlar. Ya arkadaş ben boş bir kamışım, Allah üflüyor benden ses çıkıyor" diyordu.
Hayat dersi veriyordu resmen, riya ve gösterişe köle olmuş günümüz insanının içinde bulunduğu durumun tam tersi karşımda duruyordu. Son derece dikkatli bir tavırla dinliyordum. Saat 9:00'dan beri buradaydım ve bir çok insanı dinlemiştim, Oktay Hoca sahneye çıkarken saat yaklaşık 18:10 civarlarındaydı. Öncesinde yorgunluk belirtileri baş göstermişti. Fakat Hoca sahneye çıktıktan sonra yorgunluktan eser yoktu vücudumda. Pür dikkat sahneye odaklanmıştım. Anlatmaya devam ediyordu "Ben iki kanatlı bir Zümrüdüanka kuşuyum, ben değil de işte bana dedirten diyor. Bu kanatlardan biri akıldır, diğeri gönüldür. Batı dillerinde gönül kelimesinin karşılığı bile yoktur, gönül yoktur çünkü, öyle bir kavram yoktur, insanlık yoktur" Hayranlıkla dinlemeye devam ediyordum. Görevlilerden bir tanesi Hoca'ya yaklaşarak "hocam süre bitti" dedi. Cevap yine manidardı "süre bitti ama pil bitmedi" Ben de anlamamıştım bu sürenin hemen çabucak nasıl geçtiğini. Hoca devam ediyordu konuşmasına "Aklı boş bırakırsan muzurlukla, mikroplukla, sahtekarlıkla uğraşır. Akıl nereye gidileceğini sana söylemez, nasıl gidileceğini sorarsın söyler. Nereye gideceğiz, hedefimiz nedir, ne için çalışıyoruz, kim için çalışıyoruz bunu sana söyleyecek olan gönüldür. Gönlü yüzdüren de dildir, tarzanca değildir. Oradan sadece melanet öğrenirsiniz. Gönül akla yol gösterir. O olmayınca işte batı gibi olur. Her insanda bu iki kanadın gelişmiş olması gerekir. Akıl ve gönül. Aklı geliştirmek için bilime, biliminizi geliştirmek için de matematiğe yüklenin. Gönlünüzü geliştirmek için de gönül terbiyesi şarttır ve bu devamlı bir iştir. İnsanın aklıyla beraber gönlü de ne kadar gelişirse o derece insan olur. Dünyanın da insanlığı bizden yeniden öğrenmeye ihtiyacı var. Şimdi kendimizi toparlayacağız da ondan sonra batıya bi daha öğreteceğiz. İşimiz çok yani öyle boş geçecek vaktimiz yok. En önemli şey, tasavvufun da temelinde en önemli şey insanın kendini tanımasıdır, daha hala ülkemizde engellemelere rağmen... " derken görevli bir kez daha geldi ve sürenin bittiğini tekrar hatırlattı. Açıkçası bu durum pek de hoş değildi. Çünkü biliyorum ki TED'in kendi sitesinde çok daha uzun sürelerde konuşmalar yapılmıştı. Burada süre konusunda biraz daha esnek davranılması gerekirdi. Oktay Hoca son sözlerini söylüyordu artık. "Gönlümüzün de gelişmesiyle, akıl ve gönül kanatlarınızı açıp, perişan edilmekte olan milyarlarca insanın üzerinden Zümrüdüanka kuşu gibi uçarak insanlığa yeniden insanlık vereceksiniz. Allah'a şükür ve bunun hepiniz tarafından yapılabileceğini kesin biliyorum" diyerek konuşmasını bitirdi ve kendisi hakkındaki merakımı da gidermiş oldu. Ben cevabımı almıştım. "Ben" demiyordu" Oktay hoca. Sahneden alkışlar içinde indi. Beni oldukça etkileyen bu konuşma belki de sonraki hayatımı şekillendirmemde pay sahibi olacaktı..



Bu muazzam organizasyonun bizlerle buluşmasında emeği geçen herkese çok teşekkürler...

Aşağıdaki resimler üzerine tıklayarak istediğiniz konuşmacının sunumunu Youtube üzerinden izleyebilirsiniz...

0 yorum:

Yorum Gönder